Birçoğumuz sabah uyanır uyanmaz telefonunu ve bildirimlerini kontrol ediyor, toplu taşımalarda bile dakikalarca hatta saatlerce sayfayı kaydırarak sosyal medya derinliklerinde buluyor kendini. Bu bazen bizi bulunduğumuz andan ve konumdan soyutlayıp şimdi ve buradan uzaklaştırıyor. Peki sosyal medyanın insanlar üzerinde, yetersizlik hissi, öz güven eksikliği, kıskançlık, depresyon, anksiyete ve beden algısı bozukluğuna varana kadar çeşitli olumsuz etkileri olduğunu biliyor muyuz?
Sürekli eğlenen ve alışveriş yapan insanlar, sürekli bakımlı ve makyajlı görünen yüzler, aktiviteden aktiviteye koşan ve adeta üretkenlik ve “hayatı dolu dolu yaşıyorum” yarışına giren insanlar biz fark etmesek de zihnimizi ele geçirebiliyor. İşin kötü yanı, bizler de ister istemez bu toz pembe görünen hayatları kendi hayatlarımızla karşılaştırıp bu yarışa dahil olabiliyoruz. Mantığımız “sonuçta herkes en iyi anını paylaşıyor” dese de bir tarafımız kıyaslamadan duramıyor.
Aslında bu bir çeşit bağımlılık diyebiliriz ve bu konuyla ilgili hem “sosyal medya detoksu” hem de “dopamin detoksu” başlıklı yazılarım gelecek. Ama öncesinde sosyal medya ve dopamin ilişkisini kısaca açıklamak istiyorum. Dopamin, beynin haz ve ödül sistemini etkiler ve çikolata veya sevdiğimiz herhangi bir şey yediğimizde salgılanan dopamin hormonu, sosyal medyada aldığımız beğeni sayısında da artış gösterir. Yani alkol-sigara gibi bağımlılık yapan maddelerle benzer özellikler gösterir.
Bu bağımlılığın farkında olabilir, sosyal medyaya ara verip kendimizi geliştirebileceğimiz çeşitli aktivitelere yönelebilir ve kontrol gücünü yeniden elimize alabiliriz. “Gerçek” hayatımızda tatmin edemediğimiz duyguları ve elde edemediğimiz mutluluğu sosyal medyadan karşılamaya çalışmak yerine bu tüketim kültürünün bir parçası olmayı reddedebiliriz.
Psikolog Selin Öztoprak