"Aşkın karşıtı nefret değil, kayıtsızlıktır." Jacques Lacan
Aşkı öncelikle psikanalizle bağlantılı olarak ele almak istiyorum. Freud’un psikoseksüel gelişim dönemlerinden fallik dönemde(3-6 yaş) çocuklar karşı cinsten olan ebeveynlerine yönelik arzular beslerler. Freud bu durumu Odipus Kompleksi olarak adlandırır. Freud’a göre kızlarda ve erkeklerde karşı cinse karşı tutumlar büyük ölçüde fallik dönemde yaşanan karmaşanın çözümlenmesine bağlı olarak gelişir. Bu bağlamda düşünürsek; aşk aslında çocukluktan itibaren şekillenmeye başlayan bir süreç. Aşka bakış açımızda ve aşka dair beklentilerimizde anne babamızla kurduğumuz bağın ve anne babamız arasındaki iletişimin oldukça önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bilinçdışında oluşan bu şablonlara göre farkında olmadan seçimlerimizi yaparız. Hayatınıza giren insanlar birbirinden çok farklı gibi görünse de birçoğunun sizin bile fark etmediğiniz en az bir ortak noktası vardır. Fiziksel çekimle veya ortak noktalar sayesinde birinden hoşlandıktan sonra o kişiyle ilgili beklentiye gireriz. Hep aradığımız, arzuladığımız o “mükemmel” kişi profilinin hoşlandığımız kişiyle örtüşmesi için gözümüze bir perde indiririz. Aşkı coşkuyla yaşadığımız bu ilk süreçte beklentilerimizi ve gerçekleri birbiriyle karıştırırız.
İnsanlar çoğu zaman aşkını yaptığı fedakarlıklarla ispatlamaya çalışır. Fakat aşk; ben’leri feda ederek biz olmak değil, ben’leri de koruyarak biz olabilmektir. Çiftlerin, ilk karşılaşmalarında edindikleri izlenimin çok önemli olduğu bilinen bir gerçek. Aşkın ilk kıvılcımıyla birlikte uyarılan beyin, feniletilamin, dopamin ve norepinefrin salgılar. Feniletilamin, ilk görüşte aşktan sorumludur. Aynı zamanda aşk gülücüklerinin ve “midemde kelebekler uçuşuyor.” klişesinin nedenidir. Dopamin; beynin “ödül kimyasalı” olarak da bilinir. Dopaminle beraber dünyamız o kişi üzerine odaklanır. Aşık olduğumuz kişiyi düşündüğümüzde bu salınım artar. Her ilişkide değişiklik göstermekle birlikte yaklaşık 18 ay sonra hormon düzeyleri düşer, çiftlerin duygularının yoğunluğu azalmaya başlar. Bu noktada aşkı sevgiye dönüştüremezseniz büyük ihtimalle ilişkiniz ayrılıkla sonuçlanır. Dolayısıyla ilişkinin ilk aylarındaki heyecanı, aşkı korumaya çalışmaktan ziyade aşkın yerini sevgiye bırakmasına izin vermek ilişkinin devamlılığı açısından daha faydalı olabilir. Her ilişki bizlerde kalıntı bırakır. Bu kalıntıları dışarıya aktaramadıkça aklımızdaki düğümleri çözemez oluruz. Freud bu konuya şu şekilde değinmiş: “İfade edilmemiş duygular asla ölmez. Sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür eder.”
Aşkı en şiddetli yaşayanların platonikler olduğu söylenebilir. Çünkü tutulma dönemini bitirmenin en kesin yöntemi o ilişkiye başlamaktır. Aşkın en yoğun hissedilen hâli, ilişki ilerledikçe azalır. Yaşanamayan aşkta birey, aşık olduğu kişinin her hareketiyle, her cümlesiyle umutlanır. Alışkanlık oluşmadığı için duygular inişli çıkışlıdır. Evrimsel olarak bakıldığında ise; aşk tamamen türün devamlılığını sağlamak için iyi genleri seçme eğilimidir. Dolayısıyla aşk basit bir emosyonel durumdan çok daha fazlasıdır. Fizyolojik açıdan aşık olan kişide; ellerde terleme, çarpıntı, konuşmanın bozulması, yerinde duramama, yutkunma frekansının artışı, iştahta azalma görülebilir. Duygusal açıdan aşık olan kişide; çok yoğun bir şekilde neşeli olma hali vardır. Aşık olduğu kişiyi obsesif bir şekilde düşünür. Sürekli olarak aşık olunan kişiyi görme isteği, onunla yakınlaşma isteği oluşur. Risk alma artar. Kritik karar verme yetisi azalır. Sırılsıklam aşk döneminde; kişi uyanık zamanının %85’ini aşık olduğu kişiyi düşünerek geçirir. Aşk aslında insana kendi sınırlarının ne kadarını aşabildiğini gösterir. “Ben asla yapmam.” dediğiniz ya da başkaları yaptığında eleştirdiğiniz birçok şeyi aşıkken yapmışsınızdır. Bu nedenle aşkla ilgili en önemli konulardan biri; mantıksız alınan kararlar ve sonrasında gelen pişmanlıklardır. Tutkulu aşk dönemindeki kişilere aşık olduğu kişinin fotoğrafı gösterilmiş ve Fonksiyonel MR’da bu kişilerin bazı beyin bölgelerinin çalışmasının zayıfladığı görülmüş. Bu beyin bölgelerinden biri: Prefrontal Korteks. Bu bölge bizim normalde mantıklı kararlar vermemizi ve olayları akılsallaştırmamızı sağlar. Aşkla ilgili ilginç bir durumdan daha bahsetmek istiyorum. Aşk döneminde, erkeklerdeki testosteron hormonunun yükselmesini bekleriz. Ancak tam aksine azalır. Kadınlarda ise yükselir. Aşık olan erkekte testosteronun azalması; erkeğin erkeksi özelliklerinin azalmasını, kadınsılaşmasını ve böylelikle aşık olduğu kadına yaklaşmasını sağlar. Kadınlardaki testosteronun artması ise; kadının karşı cinsle daha rahat yakınlaşmasını sağlar. Ancak bu durum çok uzun sürmez. Erkeklerdeki testosteron hormonu 6 ay- 1 yıl sonra tekrar artmaya başlar. Kadınlarda da tekrar normal seviyeye iner. Bu yüzden “Sen eskiden böyle değildin. Çok değiştin.” cümleleri ilişkide duyulmaya başlanır. Ancak aslında o, size aşık olduğunda değişmişti.
Bir diğer araştırmada beynin işlevsel görüntülemesinin sonucunda nucleus accumbens bölgesinin, reddedilen aşıklarda çok fazla çalıştığı tespit edilmiş. Bu bölge aynı zamanda birinci derecedeki yakınları ölmüş kişilerin beyinlerinde de en çok çalışan bölge. Yani bir aşık, aşık olduğu kişi tarafından reddedildiğinde aslında bir yas süreci yaşar. Psikolojide ele alınan aşkla ilgili çalışmalar, insanların aşk yaşantıları ve ilişkileri hakkındaki beklentilerini şekillendirmesini sağlar. Genelde insanlar kendilerini zayıf hissettikleri konuda güçlü olduğunu düşündükleri kişileri eş, sevgili olarak tercih etme eğilimine sahiptirler. Partnerinizle tam, bütün hissetmek ayrıldığınızda yarım kaldığınızı düşünmenize neden olur. Zayıf ve güçlü yönlerimizin farkında olmamız, eksiklerimizin üzerine düşünüp artıya çevirmeye çalışmamız, bizim elimizde değilse de bunları kabul etmeye yönelik çalışmalar yapmamız aşık olduğumuz kişiye bağımlı olmamamızı sağlar. Son olarak; aşk acısı çekiyorsanız duygularınızı bastırmamanızı öneririm. Duygularımıza izin vermek, mutluluk kadar acıyı da kucaklamak ve bu acının geçeceğini biliyor olmak bizi rahatlatır. Üzülmekten, ağlamaktan korkmadığımız, yaşadığımız her duygunun hakkını verebildiğimiz günler diliyorum.
İlayda Burcu KILINÇ